Türkiye’de
Veteriner Stomatoloji; Gözlemler
ve Öneriler
Biz insanoğlu, canının
yandığının farkına vardığı andan
itibaren diş ağrısının ne demek
olduğunu bilen, bu ağrıyı
gidermek için denenmemiş yol
bırakmayan ve bu ağrılardan
kurtulmak için yeni teknolojiler
geliştirmiş zeki varlıklarız.
Ancak söz konusu olan
başkalarının acıları olduğunda
çoğunlukla tepkilerimiz kahkaha
ile acıma duygularının arasında
sıkışıp kalmaktadır.
Evcil bir hayvanı
sahiplendikten sonra evlat veya
aile bireyi yerine konulan bir
cana, ömrü boyunca hamilik etmek
durumunda kalıyoruz. Hepimiz
evcil hayvanlarının büyümek
bilmeyen çocuklar gibi olduğunu
hissediyoruz ve empati kurarak
duygularını anlamlandırmaya
çalışıyoruz. Ağrının ve keyfin
ayrımını yapabilecek seviyede
oldukları sadece bilim dünyası
için değil, onları gözlemleme
zahmetinde bulunan herkesçe
kabul görmüş bir gerçeklik
olduğu halde, kimi zaman
gözümüzden kaçan büyük sorunlar
olabiliyor.Peki onların da
bizlerle aynı ağız
hastalıklarını yaşadıklarını
bildiğimiz halde neden dişlerine
bu kadar az önem veriyoruz?
Bu yazıda neden ülkemizde
veteriner diş hekimliğine
gereken önemin verilmediğini
tartışmayı deneyeceğiz. Bu
amaçla derlenmiş ve sunulmuş
bilgilerin çoğunluğu,
ülkemizdeki kayıt ve paylaşım
yetersizliği nedeniyle, anekdot
ve gözlemlere dayalıdır. Zira
ülkemizde maalesef kliniklerde
tedavi edilen hastaların ortak
bir veri tabanında paylaşımı
bulunmamaktadır. Ulusal boyutta
evcil hayvan ve sahiplerinin
demografileri ve sağlık
durumlarına yönelik veri
toplamayı henüz
bitiremediğimizden, mecburen
varsayımlara kulak vermek
durumunda kalıyoruz.
Öncelikle kedi ve köpeklerin
çevreleri ile etkileşimlerinde
ağzın ne kadar önemli olduğuna
bir göz atalım. Bir kedi
ellerini köpeklerden farklı
şekillerde kullanabilir,
nesneleri nispeten kavrayıp
tutabilir ve yüksek yerlere
tırnaklarının da yardımıyla
tırmanabilir. Çok atletik yapıda
olmalarına ve tüm uzuvlarını
kullanmalarına rağmen,
nihayetinde av dişler tarafından
öldürülmekte ve çiğnenerek
yutulmaktadır. Elbette günümüzde
kedilerimiz beslenme amacıyla
avlanmaya ihtiyaç duymamakta ve
artık avları onlara parçalanmış,
ısıl işlemden geçirilmiş ve
önlerine kuru mama ve konserve
mama formlarında sunulmaktadır.
Bir kedinin avlanma ihtiyacı
olmaması, dişlerine hiç ihtiyaç
duymadığı anlamına gelmiyor
elbette. Özellikle kesici
dişleri (üst ve alt çenedeki
köpek dişlerinin arasında
bulunan 12 küçük diş) tüylerin
taranmasında ve sert kuru
pisliklerin kıllardan
çıkartılabilmesinde büyük rol
oynamaktadır. Ağız hastalığı
olan veya bu dişlerini kaybeden
kedilerin tüylerinin sadece
dilleri ile yeteri kadar
temizlenememesi deri
hastalıklarına da yol
açabileceği düşünülebilir.
Ayrıca sokakta yaşayan bir
kedinin avlanması için
kokmaması, tüylerinin sürekli
bakımlı olması gerekmektedir,
aksi durumda av kedinin kokusunu
alabilir ve kaçabilir. Bu
nedenle temiz kedi, sağlıklı
kedi olarak değerlendirilir. Tüy
ve derisindeki düzensizliği
genel durum bozukluğuna yormadan
önce, ağzına da bir göz atmak
gerekliliği biz veteriner
hekimlerin aklında bulunması
gereken önemli bir husustur.
Köpekler ise kediler kadar
şanslı değiller maalesef. Elleri
ile çevresel iletişimleri son
derece kısıtlı düzeyde
gerçekleştirebildiklerinden
ağızları ile çevrelerinde etki
yaratırlar. Dişler sadece yemek
ve öldürmek için değil; oyun,
sevgi, nakliye, obsesif
parçalama ile can sıkıntısını
giderme gibi pek çok işte
kullanılmaktadır. Sağlıklı
dişler, sağlıklı çevresel
etkileşim için şart ise bu durum
temel bir yaşam hakkı olarak
algılanmalıdır. Nasıl ki bir
insanın ağzını bantlamak ve
konuşmasına engel olmak vahşete
eş değerse, aynı şekilde bir
kedi veya köpeğin her ağzını
kullandığında ağrı ve acı içinde
kalarak körleşmesini sağlamak da
aynı kefede yer almalıdır.
Çevresiyle iletişim kuramayan
bir canlı mutlak surette bu
sorunu hissedecek ve strese
girecektir. Uzun süreli stres ve
vücuttaki etkileri ise bilindiği
üzere pek çok ilaçtan daha
şiddetli yıkım ve hastalığa
neden olmaktadır.
Ağrısını dile getiremeyen bir
canlıya yardım etmenin
kutsallığı tartışılamaz. Ancak
hekimler açısından empati
gerektiren bu iletişimdeki geçer
not, canlıya bir semptom olarak
değil bütün olarak bakma
becerisi olmalıdır. Hayvanlar
ile henüz “konuşamasak” da,
bilim sayesinde canlarını yakan
dikenleri bulabilir ve
çoğunlukla tedavi edebiliriz,
hekimliğin ilk amacı da bu değil
midir ?
Veteriner stomatoloji (ağız
boşluğunun hekimliği) son
yıllarda ülkemizde dikkat çeken
ve ciddi gelişme kaydeden bir
alan haline gelmiştir. Konu ile
ilgilenen meslektaşlarımız,
küresel bilgi birikiminden geri
kalmış meslektaşlar ile mecburen
çelişmekte ve hasta sahiplerine
karşı güç durumlarla
yüzleşmektedirler. Gerek görülen
tedaviler uygulanamamakta, bir
önceki meslektaş gerek görmediği
veya anesteziye gerek kalmadan
dişlerin temizlenebileceğini
söylediği veya hastanın basit
bir toz ile tedavi
edilebileceğini söylediğinden
hasta sahipleri “kim iyi hekim /
kötü hekim” ikileminde sıkışıp
kalmaktadır. Bu ikilemin tek
çözümü mesleki birliktir.
Kırık dişlerin olduğu gibi
bırakılabileceği, kedilerin
dişlerinin çürüyebileceği, diş
taşlarının tozlarla
giderilebileceği, diş
fırçalanmasına gerek olmadığı,
felin stomatit sendrom gibi son
derece acılı ve ağrılı bir
hastalığın bilinmemesi ve teşhis
edilememesi bir yana,
tedavisinde dişlerin
çekilmesinin hata olarak
görülmesi ve üstüne bir de
yanlış tedaviler uygulanması
gibi konular ciddi sorunlara yol
açmaktadır.
Yetersiz teşhis, eksik veya
hatalı tedaviler öncelikle
hastalara uzun vadede de mesleki
saygınlığa ciddi zararlar
vermektedir. Bir hafta önce diş
taşı temizlenmiş bir hastanın
dişlerinin sallanır vaziyette
“yemek yiyememe” şikayeti ile
kliniğe gelmesi, bir önceki
hekimi kötülemeden, yapılmış ve
yapılacak işi açıklama zorluğu
yaratmaktadır. Dişleri çekildiği
söylenen bir hastadan 21 tane
kırık kök çekmek zorunda kalmak,
yarım saatte bitebilecek bir
operasyonu 3 saatte tamamlamak
ve tüm bunları hasta sahibine
açıklayabilmek ise yaşanabilecek
sorunların yalnızca bir diğeri.
Tüm bu sorunların tekrar
yaşanmaması adına bir şeyler
yapılmalı ve hayvan
sahiplerinden teknisyenlere,
öğrencilerden mezun hekimlere
kadar herkes
bilgilendirilmelidir.
Ağız hastalıkları, yurt
dışında küçük havyan pratiğinde
en sık teşhis edilen hastalıklar
kategorisinde listenin başını
çekmekteyken, ülkemizde konuya
gösterilen önemin ne halde
olduğu; teşhis / tedavi
oranlarının düşüklüğü, mevcut
durumu ciddi bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Genel vücut sağlığını etkilemesi
ve hastanın yaşam kalitesini
dramatik bir şekilde düşürmesi
nedeniyle ağız hastalıkları
ölümcül öneme sahiptirler.
Tedavi edilmediklerinde
endokardit (kalbin iç zarının
enfeksiyonu), karaciğer
apseleri, böbrek yetmezlikleri
gibi daha pek çok sistemik
hastalığa neden oldukları
kanıtlanmıştır. 10 yaş üzeri
çoğu kalp hastasının ağzının
sağlıksız olması ve bunun tam
tersi ağız hastalarının sağlık
taramalarında kalp hastalıkları
ile karşılaşılması, beşeri tıpta
kanıtlanmış olan bu durumun
sektörümüzdeki zuhurudur. Yaşlı
hastalarımızın çoğunda bu kalp –
ağız hastalığı bağlantısını
görmekteyiz, genellikle neden
anestezi korkusu olmakta ve
durum her geçen gün daha da
kötüleşerek hastanın yaşam
kalitesinden ziyade ömrünün
sonlanmasına neden olmaktadır.
Diş ve ağız işlemlerinin
anestezi altında yapılma
zorunluluğu otoritelerce şart
kılınmış, aksi malpraktis
(mesleki hata) olarak deklare
edilmiştir. Halen ülkemizde ayık
olarak veya sedasyon ile acı ve
stres altında hastaların diş
taşları (eksik olarak)
temizlenmekte ve yapılması
gereken teşhiş / tedavi / tedbir
prosedürleri rutin olarak
uygulanamamaktadır. Doğru olarak
kabul gören işlemleri yapmamak
veya yapamamak, yapılacak işlemi
değiştirmeyi değil, yapabilecek
ekipman ve tecrübeye sahip
meslektaşlar ile temasa geçmeyi
gerek kılmaktadır. Eksik ve
hatalı tedaviden ziyade, gerekli
işlemin yapılmasını sağlamak
kanımca doğru hekimliğin
tanımlarındandır.
Çoğunlukla diş taşı temizliği
estetik bir talep ve kaygı ile
yapılmakta, sağlık üzerinde
yaratabileceği etkileri büyük
ölçüde göz ardı edilmektedir.
Madem mesleğimizdeki estetik
işlemler yasaklanmış vaziyette,
gizli kalmış bu durum da mutlak
surette giderilmelidir. Diş taşı
estetik bir kaygı değil ciddi
bir sağlık sorunudur. Bu işlemin
adının dahi değiştirilmesi
gerekmektedir, önerim : “TEŞHİS,
TEDAVİ, TEDBİR” üçlüsüdür. ATP
ve COHAT gibi İngilizce
terimleri dilimize doğrudan
ithal etmektense, kendi kelime
zenginliğimizden, akılda kalıcı
3T (teşhis / tedavi / tedbir)
kavramını empoze etmenin daha
doğru olacağı inancındayım.
Bu doğrultuda, hastanın
sorunu önce doğru teşhis
edilmeli (anestezi altında, el
aletleri ve gözle daha sonra da
röntgen ışınları ile), doğru
tedavi planı oluşturulup hasta
sahibi ile ortak karara
varıldıktan sonra
gerçekleştirilip hastalığın
yeniden oluşmaması için neler
yapılması gerektiği tartışılmalı
ve tedbir alınmalıdır.
Dental işlemler genel
anestezi altında yapılması
gerektiğinden evvelinde
yapılacak olan tam kan sayımı ve
biyokimyasal parametre kontrolü
ile anestezi güvenliğinin
sağlanması gerekliliği hem
yapılan işin kalitesini her
yönden artırmaktadır. Ayrıca pek
çok gizli hastalık bu şekilde
teşhis edilebilmekte, kalite ve
güvenilirlik oranları
yükseltilebilmektedir.
Hasta sahiplerinin hayvanlarına
nasıl bakmaları gerektiğinin
yeni yeni öğrenildiği bir ülkede
hayvanların dişlerinin de bakıma
ihtiyaç duyduğunu empoze etmek
son derece güç bir çabadır ve bu
mücadelede meslektaşlar olarak
bir ağız olmadan başarıya
ulaşmak mümkün değildir. Ayrıca
evcil hayvan sahiplerinin konu
hakkındaki bilgileri
derinleştirilmeli ve rutin ağız
bakımını günlük olarak yapmaları
sağlanmalıdır.
Hayvanların sağlığını tehdit
eden ve sektörümüze darbe vuran
bir diğer husus, diş taşının
oluşumunu engellemesi ile dahi
etkinliği kanıtlanamamış ve
otoriter cemiyetlerce (AVDC,
EVDC, VOHC vb. kurumlar)
kullanımı tavsiye edilmeyen
ürünler; gereğinden fazla rağbet
görmüş ve diş taşı temizliğine
alternatif olarak sunulmuştur.
Diş taşının oluşumunu engelleyen
bir ürünün hali hazırda ağızdaki
diş taşlarını nasıl
uzaklaştırdığını açıklayamayan
bu firmaların amaçları kötü
olmasa da neticede hastalarımız
eksik teşhis ve tedaviler
nedeniyle acı çekmekte ve
yaşamları kısalmaktadır.
Çoğunlukla kullanım nedenleri,
hastanın yaşlı oluşu ve anestezi
korkusunun aşılamamasıdır. Bu
tıpkı 70 yaşındaki bir aile
büyüğünüzün yaşam kalitesini
operatif olarak
yükseltebilecekken (kalça
ameliyatı vb.) anesteziden
korkup operasyonu reddetmeye
benziyor. Doğru anestezik
protokoller ile (ameliyat öncesi
kan tahlilleri, sıvı takviyesi,
doğru ve yetkin intraoperatif
monitörizasyon, uygun
premedikasyon ve gaz anestezisi,
doğru ağrı kesici protokoller
vs.) her yaştaki hasta
anesteziye alınabilir ve gerekli
işlem ne ise yapılabilir. Risk
faktörleri değerlendirilmeli ve
hasta sahibine hangi risk
aşamasında olduğu mutlaka
açıklanmalıdır. Araba çarpmış,
kan kaybetmiş bir hastanın diş
temizliği için anesteziye
alınması elbette mantıksız
olacaktır. Öncelikle birincil
sorunlar giderilmeli ve hasta
Dental uygulama için uygun bir
anestezik risk grubuna gelene
kadar beklenmelidir. Bu risk
değerlendirmesi yapılmadan
atılan her adım, hezeyana müsait
durumlar oluşturur.
Multi-disipliner bir mesleğin
mensupları olduğumuz gerçeğini
kısa bir süre için bir kenara
bırakacak olursak; bundan bir
asır evvel diş hekimliğinin
tababet ve genel cerrahiden
ayrılması gerekli görülmüş ve
diş hekimliği fakülteleri
kurulmuştur. Bizlerin diş taşı
temizliği diyip geçtiği diş eti
hastalıklarını inceleyen alan
periodontoloji, artık bir ana
bilim dalı olmuştur ve yurt
dışında yalnızca diş
temizliğinden sorumlu “dental
hygenist” adı verilen iki yıllık
eğitim gerektiren bir meslek
grubu tarafından yapılmaktadır.
Diş hekimliği uygulamalarını
eski zamanlarda berberlerin
yaptığı akla getirilecek olursa,
bu konudaki görüş ve duruşumuz
belli olmalıdır, zira
mesleğimizin yüceliği konuya
daha hassas yaklaşmamızı şart
kılmaktadır.
Sonuç olarak;
Ağız hastalıklarına bakış
açımız hem hekim olarak hem de
hayvan sahibi olarak kökten
değişikliğe ihtiyaç duymaktadır.
Küresel olarak veteriner ağız
sağlığındaki gelişmeler yakından
takip edilmeli, sık karşılaşılan
hastalıkların engellenmesinde
neler yapılabileceği evcil
hayvan sahiplerine detaylı
olarak aktarılmalı, özellikle
yeni hayvan sahiplenildiğinde ve
ilk aşılar için hastalar
kliniklere geldiğinde, diş
değişimleri ve diş fırçalama
eğitimleri konularına önem
verilmeli, normal ve hastalıklı
ağzın nasıl göründüğü ve bir
sorun olduğunda hayvanın ne gibi
belirtiler gösterebileceği sabit
bilgi olarak hepimizin zihninde
yer almalıdır.
Yakın bir gelecekte ağız
hastalıklarına yönelik toplu
mücadele edildiğini görebilmek
ümidiyle. 8.01.2014
Dr. Efe ONUR
Veteriner Hekim